2 Ocak 2013 Çarşamba

Ebeveyn Tutumları, Yoksulluk ve Kültür


Bu hafta anne baba tutumları, yoksulluk ve kültür hakkında yazacağım. 

Baumrind’e göre anne baba tutumları 4’e ayrılır : sınırlayıcı, demokratik, izin verici ve ilgisiz. Sınırlayıcı tipte kontrol, korkutma, ceza ve emir verme hâkimdir. Demokratik tutumda çocuklar kontrol altındadır fakat bağımsız olmaya cesaretlendirilir. Bu tarz ortamlarda çocuklar kendi başlarına bir işi başlatma ve bitirebilme yetisine sahip olurlar. İlişki geliştirebilir ve bu ilişkiyi sürdürebilirler. Ebeveyn bol bol konuşur çocuklarıyla. Üçüncü tutum izin vericidir ve burada çocuk üzerinde kontrol ve ondan beklentiler azdır. Dördüncü tutum ise ilgisiz ebeveyn tipidir. Burada ebeveynler çocuklarıyla ilgilenmezler ve bu çocukların olumlu gelişim gösterebileceğini söyleyemeyiz. Fakat acaba bu tür ebeveyn tutumlarının çocuklar üzerindeki etkileri kültürden kültüre değişebilir mi? Hepimizin bildiği gibi bazı ülkelerde ve kültürlerde birbirinden oldukça farklı özellikler görülebilmektedir. Örneğin Amerika’da otoriter tutumdaki ebeveynin çocuğun okul başarısındaki etkisi olumsuz olabilecekken, Çin’deki çocuğun otoriter ebeveynlik tutumuna karşı olan tepkileri olumsuz olmayabilir. Hatta otoriter anne baba modeli bu çocuğa iyi gelebilir ve onun başarısını artırabilir.

Öyleyse kültürden kültüre ebeveyn tutumlarının çocukların gelişimi üzerindeki etkileri değişik sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Fakat kültürden kültüre etkisi değişmeyen olumsuz faktörlerden biri vardır ki insanlığı ve çocukları derinden etkileyen; bu yoksulluktur. Peki yoksulluk bir çocuğun gelişimini nasıl etkileyebilir ve ona nasıl bir ortam sunar? İlk olarak aklımıza belki Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden yola çıkarak yoksul bir ortamda çocuğun fiziksel ihtiyaçlarının giderilemeyeceği ihtimali gelir; yani sağlıklı beslenmenin ve büyüyüp gelişmenin gerçekleşememesi. Yeterli besin bulunamaması ve psikolojik ayrıca hormonel diğer gelişim türlerinde meydana gelen aksaklıklar… Ayrıca çocuğun içinde bulunduğu çevreden etkilenmesi. Yoksul bir ortamda nasıl bir çevre vardır? Stresli uyaranlarla dolu ve şiddetin de muhtemel olduğu bir çevre. Böyle bir ortamda çocukların sağlıkla ve dengeli bir şekilde büyüyüp gelişmeleri mümkün müdür? Kesinlikle hayır. Bu gibi bir ortamda stres faktörleriyle anne baba tutumları da değişebilmektedir. İhtiyaçların giderilemediği huzursuz bir ortamda ebeveynler nasıl mutlu olabilir ve çocuklarına barış dolu bir ortam sağlayabilirler ki? 

Ülkemizde yoksulluk içinde yaşayan yüz binlerce aile vardır. Düşünsenize çocuklar öyle ortamlarda büyümeye çalışıyorlar. Huzursuzluğa doğuyorlar belki de. Böyle insanların sağlıklı bireyler olabilmesi için onların gerek fiziksel gerek psikolojik anlamda hassas ve zayıf olmamaları gerekir ki hayata tutunabilsinler. Burada biz öğretmenlere çok iş düşüyor.  Amacımız bütün çocukların hayata eşit bir şekilde başlayabilmesi için gerekli tedbirleri almak ve yoksul ortamdan gelen çocuklarının gelişimine katkıda bulunarak onları az da olsa hassas ortamlarından çıkarmak olmalıdır.

Ragibe

1 Ocak 2013 Salı

Gelişimsel Psikoloji ve Psikopatoloji: Sosyal Çevre & Bilişsel Sağlık


Sosyal çevrenin insanlar üzerindeki etkileri yadsınamaz bir gerçektir. Bu yazımda bazı araştırmalardan yararlanarak çocuklarda sosyal çevrenin ve arkadaşa sahip olmanın öneminden ve bu durumun bilişsel sağlığa olan etkilerinden bahsedeceğim.
 
Rudolph ve arkadaşlarının (2011) yaptığı araştırmada 2. sınıf öğrencilerinin 5. sınıfa gelene kadar gösterdikleri düşmanca davranışların (victimization) sebep ve sonuçlarından bahsedilmektedir. Buna göre erken zamanda başlayan ve artan bir düşmanlık duygusunun (dışlanma, kurban edilme/victimization) çocukların depresif semptomlarını ve agresif davranışlarını artırdığı söylenmektedir.  Ayrıca düşmanlığın(victimization) bilişsel sağlığı da olumsuz etkilediği görülmektedir. Düşmanca davranışların türlerinin cinsiyete göre farklılık gösterebileceği de söylenmektedir. Örneğin kızların erkeklere göre kızgınlıklarını dışlama gibi daha ilişkisel formda gösterdikleri ifade edilmektedir (Crick & Grotpeter, 1995). Bunun yanı sıra kurban etme/düşmanlık davranışının ortaokul yıllarına geçtikçe azaldığı gözlemlenmiştir. Örneğin 5. Sınıf çocuklarının zorbalık ve birbirlerinin gözünü korkutmak (bullying) konusunda daha az hassas oldukları ve problemi çözmede güçlü yetenekler geliştirdikleri söylenebilir (Smith ve arkadaşları, 1999) Bunun sebebi yapılan araştırmalara göre çocukların yaşları büyüdükçe arkadaş grubunun sabitlenmesi ve kendini yönetme konusunda (self-regulation) güçlenmesi olabilir (Higgins, 1991) 

Çocuklarda düşmanlık (victimization) konusunda arkadaş etkisinin ciddi bir koruyucu faktör olduğu söylenebilir. Bir tek arkadaşı olsa bile “dışlanmış” çocuğun, bu durum onu depresyon, asosyal davranışlar ve daha birçok olumsuz koşullardan koruyabilir. Depresyon ve kızgınlık konusuna gelince, yapılan bir araştırmaya göre yetişkinliğe geçiş aşamasındaki kızların depresyon ve kızgınlık konusunda daha çok depresyon gösterdikleri, erkeklerin ise daha çok asosyal davranışlar gösterdikleri söylenmektedir (Hankin & Abramson, 2001; Lahey ve arkadaşları, 2006). 

Öyleyse bizler yetişkinler olarak çocuklarımızın gelişimini iyi takip etmeliyiz. Bu demek değildir ki onları her zaman koruyup kollayalım. Böyle yaparsak onlara kötülük etmiş oluruz. Bizler yetişkinler olarak onlara kendi ayaklarının üzerinde durabileceği bir özsaygı kazandırmalıyız. Korumacı bir çizgi çizmeden onların hayata sağlam bir şekilde tutunabilmeleri için yanlarında olduğumuzu hissettirmeliyiz.

Ragibe

Kaynakça:
Crick, N. R., & Grotpeter, J. K. (1995). Relational aggression, gender, and social-psychological adjustment. Child Development, 66, 710–722.

Hankin, B. L., & Abramson, L. Y. (2001). Development of gender differences in depression: An elaborated cognitive vulnerability– transactional stress theory. Psychological Bulletin, 127, 773–796.
Higgins, E. T. (1991). Development of self-regulatory and selfevaluative processes: Costs, benefits, and tradeoffs. In M. R. Gunnar & L. A. Sroufe (Eds.), Self processes and development: The Minnesota Symposia on Child Development (Vol. 123, pp. 125–166). Hillsdale, NJ: Erlbaum.

Karen D. Rudolph , Wendy Troop-Gordon , Elenda T. Hessel & Jennifer D. Schmidt (2011): A Latent Growth Curve Analysis of Early and Increasing Peer Victimization as Predictors of Mental Health across Elementary School, Journal of Clinical Child & Adolescent Psychology, 40:1, 111-122

Lahey, B. B., Van Hulle, C. A., Waldman, I. D., Rodgers, J. L., D’Onofrio, B. M., Pedlow, S., et al. (2006). Testing descriptive hypotheses regarding sex differences in the development of conduct problems and delinquency. Journal of Abnormal Child Psychology,
34, 737–755.

27 Aralık 2012 Perşembe

Cinsiyet Konusu Üzerine


Bugünkü yazımda cinsiyet meselesinden ve ona bağlı olarak cinsiyet gelişim teorilerinden bahsetmek istiyorum. Erken cinsiyet gelişiminde bilişsel teorilerden sosyal-bilişsel teori, bilişsel gelişim teorisi ve şema teorisini açıklamaya çalışacağım.
İlk olarak sosyal-bilişsel teoriden bahsetmek istiyorum. Bu teoriye göre bireyin cinsiyet gelişiminde iki ana etken bulunmaktadır. Bunlar içsel ve dışsal etkenlerdir. İçsel etkenler  bireylerin cinsiyet temelli davranışları öğrenmeye ve anlamaya biyolojik olarak hazır olmasıdır. Dışsal etkenler  çevresel faktörlerdir.
İkinci teori bilişsel gelişimsel teoridir. Bu teoriye göre çocuklarda cinsiyet gelişimini öğrenmeleri şu gibi yollardan geçmektedir: kendi cinsiyetlerini öğrenip söyleyebilmesi (cinsiyet kimliği), büyüyünce cinsiyetinin değişip değişmeyeceğini söylemesi ve değişmeyeceğini bilmesi (cinsiyetin durağanlığını öğrendiği anlamına gelmektedir). Farklı kıyafetler giyilse, görünümler değişse de cinsiyetin tutarlı olacağını anlaması da cinsiyet gelişiminin bu gibi bilişsel yollarla süregeldiğini göstermektedir. Ayrıca bu teori Piaget’in somut işlemler döneminde bireylerde kazanılan maddenin korunumu özelliği ile bağdaştırıılabilinir.
Cinsiyet şema teorisine göre ise bireyler içerisinde bulundukları sosyal çevrenin etkisiyle zihinlerinde farklı şemalara sahip olmaktadırlar. Yapılan araştırmalar sonucunda şema teorisinde çocukların sosyal çevrelerinden aldıklarını, gördüklerini yorumlamama ve buna göre kendine yön belirleme hakimdir.
Hepimiz çocukluğumuzdan hatırlarız, ilkokul çağlarında genellikle kızlar kızlarla erkekler de erkeklerle oyun oynamayı ve beraber bir şeyler yapmayı severlerdi. Yapılan bir araştırmaya göre (Zosuls ve arkadaşları, 2011) beşinci sınıf çocuklarının kendi cinsiyetlerindekilere karşı daha pozitif hisler beslediklerini fakat karşı cinse karşı olumsuzluğun az olduğu bulunmuştur. Ayrıca arkadaşlık ilişkilerinde kızların erkeklere göre kendi cinslerine karşı daha olumlu hisler besledikleri bulunmuştur.
Bütün bunların yanı sıra cinsiyet konusunda kadınların ve erkeklerin toplumdaki rollerini düşündüğümüzde bu rollerin nasıl oluştuğunu hiç düşündünüz mü? Örneğin neden kadınlar ev işleriyle erkekler ise 'meslek' dediğimiz para kazanma konulu işlerle birlikte anılır? Bu durumun sebebi biyolojik olarak kadınların ve erkeklerin farklı olmasından ötürü tarihsel sürecin başlangıcından bu yana belki de kadınların çocuk doğuran kişi olmaları sebebiyle oturup çocuğunun bakımı ve büyümesi ile ilgilenmek zorunda olması ve bu yüzden erkeklerin yiyecek bulmaya ve çalışıp eve yardım etmeye gitmesi şeklinde konumlanmasından dolayı olmuş olabilir. Fakat günümüz toplumunda kadınlara ve erkeklere atfedilen ve onların cinsiyet temelli düşünceler yoluyla anılmasını sağlayan işler azalmıştır ve azalmalıdır da. Toplumda ve aile içinde iş bölümü olmalıdır. Nitekim erkeğin çalışması ve eve para getirmesi ailesini beslemesi göze görünürken kadının evde yaptığı işlerin göze görünmemesi hiç de adil değildir. Bu yüzden ailelerde iş bölümü ve yapılan işin kıymetini bilmek esas olmalıdır.
Cinsiyet konusu uzun uzun tartışılabilecek derin bir konudur. Ben bugünkü blogumda cinsiyetle ilgili sizlerle paylaşmak istediklerime  değindim. Görüşmek dileğiyle. 

Ragibe

Zosuls, K. M., Martin, C. L., Ruble, D. N., Miller, C. F., Gaertner, B. M., England, D. E. and Hill, A. P. (2011), ‘It's not that we hate you’: Understanding children's gender attitudes and expectancies about peer relationships. British Journal of Developmental Psychology, 29: 288–304. doi: 10.1111/j.2044-835X.2010.02023.x

23 Aralık 2012 Pazar

Ahlak Gelişimi


Ahlak nedir? Ahlaki yargılar nelerdir? Bizler ahlaki kurallarla toplumsal kuralları nasıl ayırmaktayız? Bana kalırsa bu gibi sorular üzerinde düşünülmesi ve kafa yorulması gereken meselelerdir. İlk olarak ahlakın ne olduğundan bahsederek başlayalım. Ahlak kelimesi, Vikipedi’nin tanımına göre neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. İnsanlar toplu halde yaşamak zorunda olduklarından ahlak kuralları onların yaşayışlarını düzenlemektedir. Birbirlerinin haklarına saygı göstererek huzur ve refah içinde yaşamalarını amaçlamaktadır. O zaman kimsenin olmadığı yerlerde ahlak kurallarına gerek olmadığından bahsedebilir miyiz? Eğer ahlak kuralları toplumun huzur ve refah içerisinde yaşaması için varsa toplum olmadığı yerde ahlak kurallarına ihtiyacımız kalmıyor diyebiliriz belki de. Bu aşamada Freud toplumun olmadığı yerde ahlaka da ihtiyaç olunmadığını söyler. Lakin, Freud ahlakı, toplumun emirlerinin superego tarafından içselleştirilmesi sonucu ortaya çıktığını iddia etmektedir (Vikipedi, Ahlak)

Peki, ahlak kuralları ile toplumsal kuralların farkı var mıdır? Kültürden kültüre değişen yaşantı ve düşünüş biçimlerinin oluşumu ahlakın mı yoksa toplumsal kuralların mı sonucudur?  Aslında toplumsal kurallar ile ahlaki kuralları birbirinden ayırmak kolay değil gibi görünse de biz bu kuralları diğer toplumlarda da olup olmadığına göre düşünerek ayırabiliriz.  Diğer bir deyişle kimi toplumlarda bir diğerine ait olmayan oldukça değişik düşünce ve yaşayış yapılarını görmek mümkündür. Örneğin bizim kültürümüzde cenaze olan evde yemek pişmez, televizyon açılmaz. Bu kural farklı bir kültürde görülmemektedir. Böylece toplumdan topluma değişiklik gösteren kurallara toplumsal kurallar deriz. Toplumsal kurallar geleneklerin sonucunda otoriter ve tepeden inme bir şekilde ortada bulunmaktadır. Ahlaki kurallar olarak görülmezler.  Peki o zaman toplumsal kurallar neye göre belirlenir
Asch’in deneyine göre bireylerin ahlakı sosyal çevre ile şekillenir. Diğer bir deyişle ahlaki gelişim sosyal gruba uyum ile ilgilidir. Bunun amacı belki de bireylerin sosyal çevrede uyum ve refah içerisinde yaşamayı arzulamasıdır. Bu deneyde görünen o ki birey kimi zaman doğru olmadığını bile bile topluma ayak uydurma uğruna yanlış olanı söylemeye başlayabilir. 

Çocukların ahlaki gelişimleri bilişsel gelişim ile iç içe gerçekleşmektedir. Bunun yanı sıra sosyal yargı ve değerlendirmeleri de sosyal ortamda gelişir. Yapılan bir araştırmaya göre insanlardan benzer ahlaki yargılar geliştirmiş olanlar (örn: ailemizi de içine alarak hiç kimseye zarar vermemek gerektiği) bazı durumlarda benzer sonuçlara gelebilirler (hastalıktan korumak için orta yaşlı anne babana yardım etmelisin). 
Kısacası ahlaki gelişim bir yandan bireyin içsel gelişimiyle ilgiliyken diğer yandan da sosyal çevreyi etkiler ve ondan etkilenir. Ahlaki gelişim bireylerin doğduğundan bu yana biriktirerek deneyim kazandıkları bir tür yaşantı biçimidir.

Ragibe 
 




























Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahlak