27 Aralık 2012 Perşembe

Cinsiyet Konusu Üzerine


Bugünkü yazımda cinsiyet meselesinden ve ona bağlı olarak cinsiyet gelişim teorilerinden bahsetmek istiyorum. Erken cinsiyet gelişiminde bilişsel teorilerden sosyal-bilişsel teori, bilişsel gelişim teorisi ve şema teorisini açıklamaya çalışacağım.
İlk olarak sosyal-bilişsel teoriden bahsetmek istiyorum. Bu teoriye göre bireyin cinsiyet gelişiminde iki ana etken bulunmaktadır. Bunlar içsel ve dışsal etkenlerdir. İçsel etkenler  bireylerin cinsiyet temelli davranışları öğrenmeye ve anlamaya biyolojik olarak hazır olmasıdır. Dışsal etkenler  çevresel faktörlerdir.
İkinci teori bilişsel gelişimsel teoridir. Bu teoriye göre çocuklarda cinsiyet gelişimini öğrenmeleri şu gibi yollardan geçmektedir: kendi cinsiyetlerini öğrenip söyleyebilmesi (cinsiyet kimliği), büyüyünce cinsiyetinin değişip değişmeyeceğini söylemesi ve değişmeyeceğini bilmesi (cinsiyetin durağanlığını öğrendiği anlamına gelmektedir). Farklı kıyafetler giyilse, görünümler değişse de cinsiyetin tutarlı olacağını anlaması da cinsiyet gelişiminin bu gibi bilişsel yollarla süregeldiğini göstermektedir. Ayrıca bu teori Piaget’in somut işlemler döneminde bireylerde kazanılan maddenin korunumu özelliği ile bağdaştırıılabilinir.
Cinsiyet şema teorisine göre ise bireyler içerisinde bulundukları sosyal çevrenin etkisiyle zihinlerinde farklı şemalara sahip olmaktadırlar. Yapılan araştırmalar sonucunda şema teorisinde çocukların sosyal çevrelerinden aldıklarını, gördüklerini yorumlamama ve buna göre kendine yön belirleme hakimdir.
Hepimiz çocukluğumuzdan hatırlarız, ilkokul çağlarında genellikle kızlar kızlarla erkekler de erkeklerle oyun oynamayı ve beraber bir şeyler yapmayı severlerdi. Yapılan bir araştırmaya göre (Zosuls ve arkadaşları, 2011) beşinci sınıf çocuklarının kendi cinsiyetlerindekilere karşı daha pozitif hisler beslediklerini fakat karşı cinse karşı olumsuzluğun az olduğu bulunmuştur. Ayrıca arkadaşlık ilişkilerinde kızların erkeklere göre kendi cinslerine karşı daha olumlu hisler besledikleri bulunmuştur.
Bütün bunların yanı sıra cinsiyet konusunda kadınların ve erkeklerin toplumdaki rollerini düşündüğümüzde bu rollerin nasıl oluştuğunu hiç düşündünüz mü? Örneğin neden kadınlar ev işleriyle erkekler ise 'meslek' dediğimiz para kazanma konulu işlerle birlikte anılır? Bu durumun sebebi biyolojik olarak kadınların ve erkeklerin farklı olmasından ötürü tarihsel sürecin başlangıcından bu yana belki de kadınların çocuk doğuran kişi olmaları sebebiyle oturup çocuğunun bakımı ve büyümesi ile ilgilenmek zorunda olması ve bu yüzden erkeklerin yiyecek bulmaya ve çalışıp eve yardım etmeye gitmesi şeklinde konumlanmasından dolayı olmuş olabilir. Fakat günümüz toplumunda kadınlara ve erkeklere atfedilen ve onların cinsiyet temelli düşünceler yoluyla anılmasını sağlayan işler azalmıştır ve azalmalıdır da. Toplumda ve aile içinde iş bölümü olmalıdır. Nitekim erkeğin çalışması ve eve para getirmesi ailesini beslemesi göze görünürken kadının evde yaptığı işlerin göze görünmemesi hiç de adil değildir. Bu yüzden ailelerde iş bölümü ve yapılan işin kıymetini bilmek esas olmalıdır.
Cinsiyet konusu uzun uzun tartışılabilecek derin bir konudur. Ben bugünkü blogumda cinsiyetle ilgili sizlerle paylaşmak istediklerime  değindim. Görüşmek dileğiyle. 

Ragibe

Zosuls, K. M., Martin, C. L., Ruble, D. N., Miller, C. F., Gaertner, B. M., England, D. E. and Hill, A. P. (2011), ‘It's not that we hate you’: Understanding children's gender attitudes and expectancies about peer relationships. British Journal of Developmental Psychology, 29: 288–304. doi: 10.1111/j.2044-835X.2010.02023.x

23 Aralık 2012 Pazar

Ahlak Gelişimi


Ahlak nedir? Ahlaki yargılar nelerdir? Bizler ahlaki kurallarla toplumsal kuralları nasıl ayırmaktayız? Bana kalırsa bu gibi sorular üzerinde düşünülmesi ve kafa yorulması gereken meselelerdir. İlk olarak ahlakın ne olduğundan bahsederek başlayalım. Ahlak kelimesi, Vikipedi’nin tanımına göre neyin doğru veya yanlış sayıldığı (sayılması gerektiği) ile ilgilenir. İnsanlar toplu halde yaşamak zorunda olduklarından ahlak kuralları onların yaşayışlarını düzenlemektedir. Birbirlerinin haklarına saygı göstererek huzur ve refah içinde yaşamalarını amaçlamaktadır. O zaman kimsenin olmadığı yerlerde ahlak kurallarına gerek olmadığından bahsedebilir miyiz? Eğer ahlak kuralları toplumun huzur ve refah içerisinde yaşaması için varsa toplum olmadığı yerde ahlak kurallarına ihtiyacımız kalmıyor diyebiliriz belki de. Bu aşamada Freud toplumun olmadığı yerde ahlaka da ihtiyaç olunmadığını söyler. Lakin, Freud ahlakı, toplumun emirlerinin superego tarafından içselleştirilmesi sonucu ortaya çıktığını iddia etmektedir (Vikipedi, Ahlak)

Peki, ahlak kuralları ile toplumsal kuralların farkı var mıdır? Kültürden kültüre değişen yaşantı ve düşünüş biçimlerinin oluşumu ahlakın mı yoksa toplumsal kuralların mı sonucudur?  Aslında toplumsal kurallar ile ahlaki kuralları birbirinden ayırmak kolay değil gibi görünse de biz bu kuralları diğer toplumlarda da olup olmadığına göre düşünerek ayırabiliriz.  Diğer bir deyişle kimi toplumlarda bir diğerine ait olmayan oldukça değişik düşünce ve yaşayış yapılarını görmek mümkündür. Örneğin bizim kültürümüzde cenaze olan evde yemek pişmez, televizyon açılmaz. Bu kural farklı bir kültürde görülmemektedir. Böylece toplumdan topluma değişiklik gösteren kurallara toplumsal kurallar deriz. Toplumsal kurallar geleneklerin sonucunda otoriter ve tepeden inme bir şekilde ortada bulunmaktadır. Ahlaki kurallar olarak görülmezler.  Peki o zaman toplumsal kurallar neye göre belirlenir
Asch’in deneyine göre bireylerin ahlakı sosyal çevre ile şekillenir. Diğer bir deyişle ahlaki gelişim sosyal gruba uyum ile ilgilidir. Bunun amacı belki de bireylerin sosyal çevrede uyum ve refah içerisinde yaşamayı arzulamasıdır. Bu deneyde görünen o ki birey kimi zaman doğru olmadığını bile bile topluma ayak uydurma uğruna yanlış olanı söylemeye başlayabilir. 

Çocukların ahlaki gelişimleri bilişsel gelişim ile iç içe gerçekleşmektedir. Bunun yanı sıra sosyal yargı ve değerlendirmeleri de sosyal ortamda gelişir. Yapılan bir araştırmaya göre insanlardan benzer ahlaki yargılar geliştirmiş olanlar (örn: ailemizi de içine alarak hiç kimseye zarar vermemek gerektiği) bazı durumlarda benzer sonuçlara gelebilirler (hastalıktan korumak için orta yaşlı anne babana yardım etmelisin). 
Kısacası ahlaki gelişim bir yandan bireyin içsel gelişimiyle ilgiliyken diğer yandan da sosyal çevreyi etkiler ve ondan etkilenir. Ahlaki gelişim bireylerin doğduğundan bu yana biriktirerek deneyim kazandıkları bir tür yaşantı biçimidir.

Ragibe 
 




























Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahlak

Bağlanma


Bu hafta çocuklardaki bağlanma meselesinden bahsetmek istiyorum. Nedir bağlanma? Bağlanma bebeklerin ebeveynlerine karşı gösterdikleri bir çeşit yakınlık bekleme hissi ve davranışları demektir. Bağlanma esas olarak bebeğin hayatta kalmasını kolaylaştıran bir eğilim olsa da, ebeveynlere yalnızca fiziksel gereksinimlerini karşılamak için ihtiyaç duymadıklarını da gösterir. Çünkü bağlanma bir çeşit duygusal olgudur ve esasında ebeveyn ile karşılıklı olarak ihtiyaç duyulan ve bu ihtiyacın karşılanması ile iyi hissedilen bir durum olarak da görülebilir. Bu durumu daha açık bir şekilde şöyle ifade edebilirim. Örneğin bir anne düşünelim. Karşısında yeni doğmuş bebeği bulunmaktadır. Bebeğinin emme hareketinden tutun da, onun annesine sokulma ihtiyacı, gözlerinin annesini araması ya da annesine gülümsemesi birer bağlanma davranışlarıdır. Bebeğin bu davranışları sonucunda annesi de bebeğini emzirmek ve doyurmak ister; böylece yavrusunun beslenmesini, doymuş olduğunu hissetmek onu mutlu edecektir ve tatmin olmuş hissedecektir. İşte bu mutluluk ve tatmin olma hissi bebeğin bağlanma davranışlarının anne/ebeveyn tarafından olumlu olarak karşılanması onların da var olan bir ihtiyaçlarını doyurma hissi anlamına gelmektedir. Böylece aslında karşılıklı bir alışveriş söz konusudur ve kazanan yaşama sağlıklı bir insan getirebilmek olacaktır. Bir diğer örnek de bebeğin gülümsemesidir. Henüz 3 aylık olan bebeklerde sosyal gülümseme olarak adlandırılan bir sevinç ifadesi saçılmaktadır etrafa. Bu durumda bebekle ilgilenenler bebeğin gülümsemesine çok mutlu olacaklar ve onun gülmesi için çeşitli hareketler yapacaklardır. Bebeğin gülümsemesi etrafındakiler için bir tür ödüldür, bu ödül onları da mutlu eder ve onların bebekle ilgilenmesini sağlar. Böylece hem bebeğin hem de etraftakilerin ihtiyaçları giderilmiş olur.
Bağlanma konusunda Harlow (1969) yılında maymunlarla bir takım deneyler yapmıştır. Bu deneylerden birinde yabancı bir ortama bırakılan yavru maymun gözlemlenecektir. Bu ortamda tüylü bir “anne” modeli, çeşitli eşyalar ve maymunu korkutan bir tür robot bulunmaktadır. Robot ses çıkartıp hareket yapınca maymun korkacak ve sığınacak bir yer olarak direk türlü anne modeline koşacaktır. Bu tüylere sarılacak, bir süre sakinleşecek ve daha sonra etrafı keşfetmeye başlayacaktır. Tüye sarılıp ondan destek aldıkça etrafı daha rahat keşfedecektir. Bu deneyde görüldüğü gibi maymunlarda da temas etmek, sokulmak gibi bağlanma hareketleri onların yaşama tutunmalarını artırmaktadır (keşfetmeleri ve öğrenmeleri için)
Çocuklukta bağlanma konusunda yaşanılan deneyimlerin ileriki hayatta yakın ilişkiler kurma konusuyla ilişkili olduğu bilinmektedir. Sağlıklı bir bağlanma deneyimi geçiren çocuklar kendilerini sevgiye layık olarak görürler ve başkalarıyla ilişkiyi başlatıp bu ilişkiyi sürdürebilirler. Onlara göre başkaları da güvenilir ve sevgiye layıktır. Fakat burada kafama takılan bir şey var. Acaba yetişkinlikte yaşanılan bir takım olumlu ya da olumsuz ilişki deneyimleri onların bağlanma davranışlarını etkileyemez mi? Örneğin çok sevdiği bir kişinin onu aldatması ile kimseye güvenmez bir hale gelemez mi bir kişi? Bu da üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir konu.
Bunun yanı sıra 4 türlü bağlanma modeli vardır. Bunlar güvenli bağlanma, kayıtsız bağlanma, saplantılı bağlanma ve korkulu/kaygılı bağlanmadır. Güvenli bağlanmada birey hem kendini hem karşısındakini olumlu olarak görürler. İlişkileri başlatıp sürdürebilir. Kayıtsız bağlanma kendini olumlu karşıdakini olumsuz olarak görmek demektir. Burada özgürlük esastır. Saplantılı bağlanma ise karşısındakini olumlu kendini olumsuz görmektir. Karşı taraftaki üstün konumdadır. Son olarak korkulu bağlanmada ise bireyler hem kendine hem karşıdakine güvenmezler.  
Sonuçta bağlanma konusu ileriki yaşantıları da etkileyen önemli bir konudur ve üzerinde daha derin düşünülüp uygulamalarda oldukça dikkatli olunmalıdır.

Ragibe 


Duygusal Gelişim


Bu hafta duygusal gelişim ile ilgili yazacağım. İlk olarak Dr. Edward Tronick’in Still Face Experiment adında bir videosundan bahsetmek istiyorum. Bu videoda 1 yaşlarında bir bebek ve annesi bulunmakta. Başta anne ve çocuk arasında sağlıklı bir iletişim, gülüşmeler, soruya işaret ederek cevap verme vs. gibi bir diyalog görülmekte. Sonrasında anne still-face dediğimiz duygusuz ve yanıtsız bir yüz ifadesine bürünmekte. Burada bebek başta hafızasındakileri kullanarak annesinin dikkatini çekmeye çalışmakta (eski ortamı aramakta) ve sonrasında sıkılmaya başlamaktadır. Hatta bu gibi durumlarda bebeklerde hıçkırık, salya akıtma gibi fizyolojik belirtiler görülebilmektedir. İletişimin, çocuğun ihtiyaçlarına cevap verilmesinin duygusal gelişim için ne denli önemli olduğunu burada fizyolojide meydana gelen değişimlerden de anlayabiliriz. Still-face deneyindeki gibi yüz ifadesi bulunmayan ve durumlara duygusal belirtilerle karşılık vermeyen bir ebeveynin çocuklarının da ileride sağlıklı bireyler olacağının çıkarımını yapamayız.   

Thomas Chess’in mizaç çeşitleri 3’e ayrılır: “kolay, ısınması yavaş ve zor” olmak üzere. Kolay çocuklar güler, etrafına neşe saçarlar, uyumludurlar. Isınması yavaş olan çocuklar zamanla insanlara olaylara ısınırlar ama kolay çocuklara göre daha zorlayıcı olabilirler. Zor çocuklar ise yemeğini yemeyen, durumlara olumsuzlukla yanıt veren, üzgün kızgın çocuklardır. Öfkelerinin dindirilmesi için çeşitli öfke kontrol uygulamalarının ortaya konulması gerekmektedir.  Öfke kontrolündeki güçlükler özellikle küçük yaşlardaki çocuklarda daha fazla görülebilir. Bunun nedeni onların gelişimlerini tamamlamamış olmasından ileri gelmektedir. Ne tarz bir gelişim? Bilişsel, sosyo-duygusal ve dil gelişimini tamamlayamadıkları için olayları algılamada, duygularına anlam vermede ve bunları ifade etmede güçlük çekebilirler. Bu durum onların öfkelerini kontrol etmede gelişme yolunun başlangıcında olduğunu gösterir. Okul öncesi çağındaki çocukların öfkelerini kontrol etmelerini sağlayabilmek için onlara sabırla ve anlayışla yaklaşılmalıdır. Özellikle olaylarda onların yanında olunduğu ve onları anlayabilindiği gösterilmelidir. Öfke kontrolünü sağlayabilmek için çocukların özbakım ihtiyaçları zamanında karşılanmalıdır. Çocukların öfke anında istediklerinin yapılmaması gerekmektedir. Eğer öfke anında çocukların istedikleri yapılırsa öfkeli olma durumu ödüllendirilmiş ve pekiştirilmiş olur. Öfke kontrolünü sağlamak için yetişkinlerin çocuğa karşı olan davranışları tutarlı olmalıdır. 

Bunun yanı sıra çocuklarda duygusal gelişimi desteklemek amacıyla küçük yaşlardan itibaren (1.5-2) duygularımızla ilgili bilgiler verilmelidir. Örneğin bir okul öncesi eğitim kurumunda sınıflarda duygu panolarının olması çok önemli ve etkilidir. Üzgün, mutlu, kızgın gibi ifadeler çocuklara gösterilmeli ve anlatılmalıdır. Her gün onlarla bir rutin olarak nasıl hissettikleri ve neden böyle hissettikleri konuşulmalıdır. Böylece çocuklarda duygusal gelişim ve empati gibi özellikler geliştirilmeye başlanmış olur. Okunan hikayeler, gün içinde yaşananlar ve yapılan etkinliklerde duygusal gelişimi destekleyici hareketler yapılabilir. “ben bu şekilde hissediyorum çünkü ….” Gibi açıklamalarla hem çocukların zihinsel gelişimi-neden sonuç ilişkileri hem de duygusal gelişimine katkıda bulunulmuş olur. 

Eğer çocuk ben bir hayalet gördüm, çok korktum” gibi bir cümle ile gelirse burada bir yetişkin olarak nasıl davranılmalıdır? İlk olarak çocuğun dinlenildiği ve onun ifadelerine önem verildiği gösterilmelidir.”Korkulacak bir şey yok, hayalet diye de bir şey olmaz” gibi bir cümle onun duygularına önem verilmediğini göstereceğinden bu olumsuz bir davranıştır. Bunun yerine “sanırım biraz korkmuşsun, seni ne korkuttu? Gel beraber bakalım, buradaki gölgeleri sanırım sen hayalet sanmışsın ama bak bunlar sokaktan geçen araçların gölgeleri” gibi bir cümle kullanılırsa iyi olur. Bu cümlede dikkat edilecek olunursa, ilk olarak çocuğun duygularını gördüğümüz, onu her ne olursa olsun fark ettiğimiz ve bunun normal olabileceği ifade edilmelidir. Sonra da açıklamaları mantıklı bir şekilde yapılmalıdır. Dikkat edilecek nokta onlara değer verilmesi ve duyguların varlığının, ifade edilmesinin önemidir. Çünkü hissettiklerimizde yanlış diye bir şey yoktur. 

Unutulmaması gerekir ki çocuk gelişimi bütün yönleriyle oldukça önem verilmesi gereken bir konudur. Çocukların sağlıklı gelişebilmeleri için onların gelişimsel özellikleri dikkate alınmalı ve sabırla ilgilenilmelidir. 

Ragibe